İçeriğe geç

Erkekler Tenisinde Üçgen Dominasyonu

(Bu yazı 13 Ekim 2020 tarihli 10’un Yeri Spor Bülteni’nde yayınlanmıştır.)

Roland Garros 2020 sona erdi. Kadınlarda kazanan, kariyerindeki ilk grand slam finalini oynayan Polonyalı Iga Swiatek oldu. Erkeklerde ise ‘Acaba o sefer bu sefer mi?’ sorusu gene boşa çıktı ve İspanyol Rafael Nadal üst üste dördüncü, toplamda 13. Roland Garros şampiyonluğuna ulaştı.
 
19 yaşındaki Iga Swiatek’in Çeyrek Final’de dünya bir numarası Simona Halep’i elemesinin ardından aynı istikrarla yoluna devam edip turnuvayı kazanması, kadınlar tenisindeki rekabetin ne kadar üst düzeyde olduğunu bir kere daha bizlere gösterdi. Swiatek, 2000’den bu yana en az bir grand slam kazanan 31. tenisçi oldu.
 
Erkekler tenisinde ise aynı periyottaki şampiyonluk kazanan tenisçi sayısına baktığımızda çok farklı bir durum ile karşılaşıyoruz. 2000 yılından bu yana yalnızca 19 farklı tenisçi herhangi bir grand slam’de şampiyon olabilmiş. Hatta biraz daha özele indiğimizde, oranlar daha da farklılaşıyor. Federer-Nadal-Djokovic üçgeni (kısaca ‘Üçgen’ diyelim) dominasyonu başladığında, adeta Bermuda Şeytan Üçgeni gibi kapsama alanına giren neredeyse tüm grand slamlere ambargo koyuyorlar.

(2000-2020 Kadınlar Grand Slam Şampiyonluk Sayıları)
(2000-2020 Erkekler Grand Slam Şampiyonluk Sayıları)

Üçgen’in Dominasyonu
 
Veriyi özelleştirip, Federer’in ilk şampiyonluğunu kazandığı 2003 Wimbledon’dan 2020 sonuna kadarki 69 grand slami ele alırsak, erkekler tenisinde toplamda yalnızca 11 farklı tenisçinin (%17) şampiyonluğa ulaştığını görebiliyoruz. Yani Üçgen dışından yalnızca 8 tenisçi şampiyon (%11) olabilmiş. Aynı döneme baktığımızda, kadınlar tenisinde bu oranın 26/69, yani %37’ye çıktığını görüyoruz.
 
Veriyi daha da özelleştirip, Nadal’ın ilk şampiyonluğu (2005 Roland Garros) sonrasındaki dönemlere baktığımızda Üçgen’in dominasyonunun iyice arttığını görüyoruz.
 
Nadal-Federer rekabetinin başlangıç noktası olarak alabileceğimiz 2005 Roland Garros sonrasındaki dönemde bu oranın 8/62 (%12)’ye gerilediğini, Üçgen’deki tenisçileri de çıkarırsak 5/62, yani %8’e kadar düştüğünü görüyoruz. Djokovic’in 2008 Avusturalya Açık şampiyonluğu ile birlikte de Nadal-Federer rekabeti Üçgen’e dönüşüyor. Aynı dönemde kadın tenisindeki oran ise pek değişmiyor ve 25/62, yani %40 oluyor.

(2000-2020 Kadınlar Grand Slam Şampiyonları)
(2000-2020 Erkekler Grand Slam Şampiyonları)

Efsane Sporcular Yaratmak mı, Rekabet Dengesini Korumak mı?
 
Herhangi bir sporda bir sporcunun ‘efsane’ denebilecek düzeye çıkabilmesi için uzun süreli olacak şekilde büyük başarılara imza atması gerektiği bir gerçek. Tek seferlik veya farklı zamanlarda gelen birkaç başarı, genelde sporcuları tarih sayfalarına geçirir ama onları efsane yapmaz.
 
Ancak, uzun süreli gelen başarının yarattığı dominasyon hissinin kötü yanlarından biri de o sporun çekiciliğinin azalmasına sebep verme ihtimalini ortaya çıkarmasıdır. Sonuç ne kadar tahmin edilebilir olursa, izlenebilirlik aynı oranda düşer, heyecan azalır. Bundan da uzun vadede sporun tamamı zarar görür.

Nadal’ın Roland Garros finalinde Djokovic’i 3-0’la geçmesi ve hatta ilk seti 6-0 kazanması, gerçek spor severleri (Nadal hayranlarını bile) çok sevindirmemiştir. Çünkü her ne kadar Nadal-Federer rekabetiyle başlayan ve Djokovic’in de son yıllarda dahil olduğu, ‘en çok grand slam kazanmış tenisçi olma’ yarışı, tek başına tenis sporunun kitlelere ulaşması için yeterli olmayacaktır. Son dönemde heyecan yaratan Avusturyalı Dominic Thiem gibi, zamanında ‘Acaba?’ dedirten Andy Murray ve Stan Wawrinka gibi sporcuların daha fazla ön plana çıkması, tenisin çekiciliğini arttıracak en önemli faktörler olacaktır.
 
Kazanan tenisçileri izlemek her zaman spor severlere keyif verir. Ancak en az bunun kadar keyifli olanı, zirvedeki sporcuların orada kalmak için terlerinin son damlasına kadar mücadele etmelerini sağlayan ve zaman zaman onları zirveden aşağılara çekebilen diğer sporcuları da izlemektir.

Keyifli okumalar,
Emir Güney

10’un Yeri Spor Bülteni